Mümtaz Turhan’ın ve Ziya Gökalp’ın kendi yaşadıkları zamana göre düşünce ve devlet felsefelerini değerlendirmek gereklidir. O günlerde atılan küçük tohumların bile ne denli derin yapılar oluşturduğuna şahit olduk. İki düşünüründe sosyalist ve komünist yapıya bakış açılarındaki benzerlik aynı düşünce ufkunda kesiştirmişler. Kendi düşünce ideolojimin de iki yazarın devlet felsefesine yakın olduğunu belirtebilirim.
İki yazarında düşüncelerindeki ortak kesişme noktaları Osmanlı’nın yıkılma sürecindeki sorunların detaylı analiziyle çıkan felsefede geliştiği belirgindir.  Her ikisinin devlet felsefesinde zıtlıklara neden olacak olguları sevmiyor olması benimde devlet ütopyam içerisinde barınmaz. Yüzlerce yıldır süregelen devlet ve millet yönetim şeklimiz bellidir ve sosyalist yapı en temelinde kendi yapımızla zıtlaşmaktadır. Zıtlaşmasıyla beraber milletin düşüncelerinde zıtlıklar oluşturup görüş alanında ülkeyi ayıracağı kanısını varmışlardır.
Ziya Gökalp Osmanlı’nın yıkılma süreçlerinde “milliyet†ayrımının sorunun temelinde yer aldığını o dönemi yaşayan herkesten fazla fark etmiştir. Zaten kaleme aldığı yazılarda, her konuşması ve hareketlerinde de Türk milliyetçiliği etrafında toplanılması gerektiğinden bahsetmiştir. Ailesinden aldığı öğretilerle beraber düşüncesel gelişim sürecine devam eden Gökalp, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl olacağına şekil verebilmek adına tüm gayretlerini de kullanmıştır.
Kültür konusu hakkında 2 haftadır düşünceler içerisindeyim. Ziya Gökalp ve Mümtaz Turhan’ın hayatlarını ve felsefelerini de araştırma konusunda ciddi gayretlerde bulunuyorum. Fakat kendi düşüncelerimde kültürü detaylıca düşündüm ve bir çok boyutuyla irdeledim. Kültürün oluşturulabilir veya yeniden sıfırdan inşa edilecek bir devlet ve millet olgusu olduğuna kanaat getirdim. Devletçi yapımdan ötürü devlete her yararlı kültürün geliştirilmesi ve her zararlı kültürün yok edilebilir olduğunu düşünüyorum. Kültürü devletin bekası ve gücü için araç olarak kullanmanın “daha çok güç†için gerekliliğini savunuyorum. Kültür yüzlerce yıl boyunca yaşanarak gelen ülke insanlarının yapısı olsa da her kültür kavramının bir ilki ve bir nedeni olduğu da unutulmamalıdır.
Baba ve anneler çocuklarının kendileri gibi düşünmelerini ve kendi olgularına sahip çıkmalarını isterler. Bu gayet insancıl bir olaydır ve her insanda bu olgu vardır. Bu olgunun varlığı çocuklarda yine kendi çocuklarına teslim edilen bir bayraktır. Kültür atalarımızla bizler arasındaki köprüdür ve aynı kültür içerisinde yer alan insanlar aynı düşünce ufkunda yer alırlar. Aynı düşünce ufkunda yer alan insanların davranışları benzerlik gösterip aynı payda içerisinde buluşmaları kolaylaşır.
Kültürün devlet için etkisinin bu denli yüksek olması, kültürün işlenmesi ve kontrolünün de önemini göstermektedir. 2008 yılında yazmış olduğum “bir devlet ütopyası†yazımda da kültürün devlet yapısında ki etkisinden bahsetmiştim. Konunun detayına girmeden kültür nedir sorusuna cevap verelim. Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütününe kültür denir. Tanımında da yer aldığı gibi kültür oluşması için belli bir süre içerisinde halk tarafından işlenebiliyor olması gereklidir. Zaman kendi şartları içerisinde kültür olgusunu değiştirme veya tamamen ortadan kaldırma gayreti içerisindedir. Kültürler oluşum şeklinden gelişim ve yok oluşum sürecine kadar her kademede toplumları kaynaştırıp, kalıplaştırma olgusuna sahiptir.
Kültür toplumların var oluşundan, gelişim sürecine kadar bir çok aşamada mutlaka olmalıdır. Toplumlar için bu denli önemli olan kültür, aynı derecede bireyler içinde önem teşkil eder. Bireyler toplumun kültürünü benimseyerek kendi kültür yapısını oluşturması, toplum içerisinde bireylere saygınlık kazandıracaktır. Kavram olarak “kültürlü kişi†kavramının temelinde de nitekim bu vardır. Toplumların oluşturmuş olduğu kültür olgusu toplum içerisinde bireylerin daha mutlu bireyler olabilmesini amaçlamaktadır. Kültürün oluşması zamanla geliştiği için her toplum kültürlerine sahip çıkarlar veya çıkmak zorundadır.
Toplumların oluşturdukları kültürler çevre, yaşam ve ilgili toplumun ortak özelliklerine duygu ve düşüncelerine göre şekillenirler. Toplumların miras olarak devrettiği kültürleri, birey alır ve kendinden sonrakilere geliştirerek devrederler.
Mümtaz Turhan ve Ziya Gökalp duygu iklimi olarak bir birlerine yakın gördüğüm iki yazardır. O dönemlerde küçük tohumlara yaptıkları katkılar yeni ülke Türkiye Cumhuriyeti’ne katkıları azımsanmayacaktır. Yeni kurulan bir ülke ve yeni yıkılmış bir ülke arasında kalan Ziya Gökalp ise bazı durumları çok iyi analiz etme fırsatı da edinmiştir.
Yıkılan ülkenin toplumsal ve devletsel kültür ve geleneklerinin bazılarının yeni kurulan ülkeye aktarılmaması gerekliliği düşünülerek bir çok kültür olgusu düşüncelerden sıyrılmıştır. Çok milletli devletlerin ortak sorunlarından olan yıkılmak, ancak tek bir millet üzerine kurularak ortadan kalkabileceği düşünülmüştür. Ziya Gökalp’de zaten milliyetçilik düşüncesiyle tüm faaliyetlerini yürütmüştür.
Kültürü etkileyen ana faktörler; dil, din, gelenek ve görenekler, sanat anlayışı, dünya görüşü ve tarih dokusudur. Bu olguları ortak paydalarda buluşturan insan kültür için 2 farklı yapı içerisinde kendisine yer edinir. İlk kademede birey kültürü alıcı konumundadır ve bir süre bu şekilde geçer. İkinci kademede ise durum farklılaşır, kültür taşıyıcı moduna geçmiştir ve kültürün gelişmesine de katkı sağlar. Birey aynı süreçte mantığına uyuşmadığı kültürleri de sorgular. Zamanla oluşan kültürler, zamanının gereksinimlerine göre sorgulanmak veya kullanım alanlarını kaybetmektedir.
Mümtaz Turhan yaşadığı sıkıntılar bire bir Osmanlı’nın yıkılım süreciyle Türkiye Cumhuriyetinin kurulum sürecine şahitliği ile önemli düşünceler elde etmiştir. Kendi döneminde sosyalist anlayışa durduğu karşı duruşla kendi öz kültürümüzle sosyalist düşünmenin kültürünün kaynaşmasını engellemeye çalışmıştır. Kültürümüzün yozlaşacak olması da en fazla kendisini üzerdi.
Ziya Gökalp ise milliyetçilik anlayışına sahip çıkıp kültürümüzün “din†olgusu ile bütünleşmeden önceki dönemeçleri üzerine düşünmüştür. Gökalp’e göre kültürümüz batıdan aldığı bazı değerler ile harmanlanması gerekliydi. Kültürde ahlak değeri de “din†kurgusundan oluşturulmalıydı. Kendi yaşantısındaki karmaşıklıktan ötürü Ziya Gökalp kültür konusunda da karma kurguyu seçmeyi yeğlemiştir. Bana göre kültür dış kültürlerden minimum derecede etkilenmelidir ve eğer çok etkilenmesi durumunda kültürün yozlaşma durumu söz konusu olabilir. Ülkeler her şeylerini kaybedebilirler fakat toplumun mayası olan “kültür†kaybedilirse her şey kaybedilmiş demektir.
Ülkemiz masaya konarak kültür kurgusu işlense daha güzel konular ortaya çıkar düşüncesindeyim. 3 yıl önce yazmış olduğum “Bir Devlet Ütopyası†yazı serimde de kültür olgusunu işlemiş ve nedenli önemli olduğundan bahsetmiştim. Ülkemizde kültürün direk din konuları ile kesiştiğini ve hemen hemen tüm kültürümüzün din ile zıtlaşmadığından bahsetmiştim.
Ziya Gökalp kültürün temeline Türkçülüğü yerleştirmiş ve kültür hakkında yazmış olduğu düşüncelerinde Türkçülük bakış açıcısıyla kaleme almıştır. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu.
Mümtaz Turhan’ı esasında Mümtaz Turhan yapan ise “Kültürel Değişmeleri†konusunda Türk toplumunun doğu medeniyetinden batı medeniyetine geçme çabasını anlatan deneme çalışmasıdır. Sol görüşün karşısında duran Mümtaz Turhan’ın şu görüşleri hala günümüze ışık tutmaktadır. “Bazı zorlayıcı tarihî ve sosyal şartlar altında, milletler, bir medeniyet alanından başka bir medeniyet alanına da geçebilirler. Tarihte bunun örnekleri vardır. Bizim İslamlık öncesi medeniyetten İslam medeniyetine geçişimiz. 1839’dan sonra Batı medeniyetine yönelişimiz gibi. Bazen bu geçiş, Cumhuriyet devrinde olduğu gibi, sosyal yapının ihtiyaç duyduğu yenileşmeler ve devrimler dolayısıyla zorlayıcı da olabilir; Ancak, bir medeniyet alanından başka bir medeniyet alanına sıçrama yapan milletler için o medeniyetin imkan ve öğelerinden yararlanmak ne kadar olağan ise, o medeniyet içinde kendi özünü kaybetme durumuna düşmek de o kadar tehlikelidir. Çünkü, bir topluma kişilik kazandıran değer ölçülerini başka değer ölçülerinden oluşmuş bir sistem içinde eritmiş olmak, kültürdeki dinamizmi kurutup, taklitçiliğe yönelmek demektir. Bu da sosyal yapıda bir kişilik bunalımına düşmenin ve millî kültürden kopmanın ifadesidir. “ İki kültür medeniyeti arasında kalmış olmamız yüzlerce yıllık sorunumuzdur. Bu durum ülke içerisinde halk arasında da zıtlaşma konusu doğurmakta ve ortak kültür anlamında ülkemizi sıkıntılar içerisine yerleştirmektedir.
Yeni kültür değerleri oluşturmamız gerekliliğini savunduğumu en başta belirtmiştim. Yaşadığımız zamanın iletişim zamanı olması ve eğitimin faal olarak devlet için kullanılabilir olması yeni kültürlerin doğmasını, hatta sıfırdan yeni bir kültür oluşturulabileceğini savunmaktayım. Yaşadığımız toplumun Roma ve Osmanlı medeniyetleri üzerine kurulu olması kendi Türkiye medeniyetini kurmasına engel oluşturmaz ve Roma ile Osmanlı’dan gelen bir çok medeniyeti kendi öz medeniyetimiz haline de çevirebiliriz.
Kültürlerimiz alanında savunulması gereken öz kültürlerimiz oluşturularak devlet ve huzura katkı sağlayacak yeni kültürleri inşa etmemiz gerçekleştirilebilir.  Doğu ve Batı medeniyeti arasında kalarak her medeniyetten etkilenip kendi medeniyetimizi diğer medeniyetler karşısında zayıf kılarak etkiletmemiz başarısızlıktır. Osmanlı’nın en parlak çağlarında nasıl batının medeniyetini etkileyip tesir altında bıraktı ise aynı şekilde Türkiye’de kendi kültürünü geliştirip diğer medeniyetleri etkileyebilir. Osmanlı’nın parlak dönemlerinde Avrupa’da asillerin evlerinde “Osmanlı Köşesinin†var olması da Osmanlı’nın kendi medeniyetini ne denli diğer medeniyetlere etkilettiğini söyleyebiliriz. Elbette Osmanlı’da yıkmış oldu Roma ve İslam medeniyetlerinden etkilenerek kendi kültür değerlerini yorumlamış ve medeniyetini kurmuştur. Her anlamda başarılı olan Osmanlı’nın medeniyet empoze etmede de aynı başarıdan tartışmalı olarak bahsedebiliriz.