Eğitimcilerle yaptığım görüşmelerde “Başarılı öğrenci kimdir?” veya “Öğrenci devlete nasıl yardımcı olur?” gibi sorulara hep ders kitaplarından çıkma, genel geçer cevaplar aldım. Ancak eğitim sisteminin asıl kaçırdığı, pratikte başarıyı getiren temel bir zihniyet farkı olduğuna inanıyorum.
Bunu “Tembellik ve Çalışkanlık Denklemi” olarak adlandırıyorum.
Eğitim sistemimizin temelinde “çalışkan” bireyler yüceltilir. Ancak bu bireyleri yöneten kesimin, genellikle eğitim sistemi içinde “tembel” olarak yaftalanan gruptan çıktığını görürüz.
Türk insanının belki de en büyük dezavantajı, sorgulamadan “çalışkan” olmasıdır. Birisine bir işi verirsiniz, hayatı boyunca sıkılmadan, sorgulamadan o işi yapar. Oysa bir Amerikalıya aynı işi verdiğinizde süreç farklı ilerler. Tembeldir; aynı vazoyu her gün elle yapamayacağını düşünür ve işi otomatikleştirmek ister. Çalışkan Türk her gün 5 vazoyu elle yaparken, “tembel” Amerikalı oturduğu yerden makineye 50 vazo ürettirir.
Her şey burada başlıyor.
Kendi kariyerime baktığımda, çalışkan değildim fakat başarıyı çok arzuluyordum. Yaptığım işleri yapmaktan çok, o işleri nasıl otomatikleştireceğime zaman harcadım. Kendi alanımda geliştirdiğim otomatik sistemler sayesinde, bugün 10 kişinin yaptığı işi tek başıma gerçekleştirebiliyorum. Sıfırdan gelerek ayda 2 milyon insana ulaşabilmemin kanıtı da budur.
Eğitim sistemimiz bu “tembel zekâya” olan ihtiyacı tamamen göz ardı ediyor.
Bize ne yapacağımızı söylüyor ama nasıl yapacağımızı öğretmiyor. Lise yıllarında en sevmediğim ders “kompozisyon” idi. “Konu bu, hadi yazın” derlerdi ama kimse yazı yazmanın temel aşamalarını, nasıl yazılacağını göstermedi. Bugün hâlâ yazı yazma hususunda kendimi geliştirmeye çalışıyorum.
Bu metod eksikliği, vizyon eksikliğini de beraberinde getiriyor.
Amerikalı Mike bir ürün yaptığında bunu “tüm dünyaya nasıl pazarlarım?” diye düşünürken, bir Türk “bu ürünü Türklere nasıl pazarlarım?” diye düşünüyor. Hayallerimiz küçük kalıyor çünkü eğitim bize evrensel ticaret kuramını, “dışarıya açılma” vizyonunu aşılamıyor.
Yurtdışından döviz girdisi sağlayan bir “incoming” turizm acentasının, yerel turistle uğraşandan daha değerli olduğunu düşünüyorum. Ülkenin büyümesi dış etkileşimle mümkündür. Ancak bu vizyon, okullarda değil, bin Türk gencinden sadece birinin kişisel tecrübeleriyle keşfettiği bir şey olarak kalıyor.
Bu başlıklarla değindiğim eğitim hususunda ileride daha derinlemesine bir çalışma yapmayı planlıyorum.
Kişisel Not (Yazının Akışından Çıkarılan Bölümler)
(Bu notlar, yazının ana fikrinden koptuğu için ayrı bir alana alınmıştır.)
- Son 2 aylık süreç içerisinde bilgisayar başında geçirdiğim toplam sürenin 10 saat olmadığını belirtebilirim. Bu durum proje ve çalışma noktasında ciddi bir kayıp sürecini de peşinden getirdi. Tüm bu kayıp zamanı telafi ederek tekrar “yeşil sahalara” döneceğim günlerin çok yakın olduğunu hissediyorum.
- 4 yıl önce bakanlıklar başta olmak üzere birçok büyük kurumla yakın diyalog içerisindeydim. O dönemlerde toplumdaki “evine ekmek götüremeyen” birey için dertlenir, bunu kendi başarısızlığım olarak görürdüm. Bugünlerde artık toplum içindeki sorunlar beni çok ilgilendirmezken fazlaca kendimi düşünmeye başladım. Bende neden bu tarz bir değişiklik olduğunu görmek üzücü.
- İstanbul’da sanat dünyasındaki arkadaşlarım “sen neredesin kuzum” diye soruyor. Buradayım. Günde yarım sayfa bile yazsam yılda bir kitap bitirebileceğimi düşünüyorum ve 3 kitap projem de kendi halinde yol alıyor. Hayatımda turizm ve eğitim sektörleri dışında bir sektörde yer almıyorum.
- Bu zamana kadar kalkıştığım işlerde insanların bana neden olmayacağını anlatmalarını dinledim. Artık aklımda kurguladığım projenin adımlarını kimseye aktarmadan sadece yapmakla meşgulüm. Geçen süreçlerde aşka benzer bir şey yaşamış olmak da bu zamana kadar karşımda duran hedefin azıcık yer sapmasına neden oldu.

Bir yanıt yazın